14 Şubat 2014 Cuma

sustum

Rahmetli büyükbabam, boğaz; dokuz boğumdur derdi. Ağzından bir laf çıkmadan her boğumda düşüneceksin. Dokuz kere düşünebilme imkanın var demektir bu, oysa saniyesinde çıkarırız kelimeleri ağzımızdan. Ve  kelimeler şairin dediği gibi ;" Kanatır Yarayı"

Bende ise kapanmayan yaralar mevcut. Kimsenin bir şey yapmasına gerek yok, bazen bir koku, bazen bir renk, bazen bir ses bile o yaralara öyle bir dokunur ki,  o kanamaları kimse görmezken, boğazıma gelip oturan bir yumruğun sancısına tanık da yoktur...

Aslında oldukça basit bir insan olduğumu söyleyebilirim. Çığlık çığlığa bağırsan bile karşındaki kişinin sesini duyamayacağına olan yaşanmışlıklarım öğretmiştir bir çok şeyi. Kimsenin kimseyi anlamaya ne zamanı ne de yeteneği var artık. Emek harcamak bile gereksiz geliyor...

Konuşmaların büyük bir çoğunluğu kendi sesini duymanın ötesine geçemiyor ne yazık ki. Başkalarının seslerine tıkalı kulaklar.Anlamak için hiç bir çaba harcamazken, anlatmaya yönelik çabalarımızın nafile uğraşları sonucunda dokuz boğumdan ansızın çıkan kelimelerle belki karşımızdaki kişiyi sarsabiliyoruz ama bu sözlerin açtığı yaralar sebebiyle kendi iç benliğimizde kendimizle meşgul olduğumuzdan yine duymayız asıl söylenmek istenenleri.

Kısacası hep duyduğumuz kendi sesimizdir.
O zaman konuşmak niye diye sormaz mı insan?
İşte ben sordum,ve kendimi korumak adına bir karar aldım.
Sus....
Evet, bu kadar basit işte. "Sus", sustum...
Bu aşamaya gelmişseniz, bundan sonra söyleneceklerin bir anlamı kalmıyor. Artık duyacağınız güzel bir söz bile içten içe kanayan yaralarınızın kabuk bağlamasına yetmiyor.
İç sesinizle yaşamaya başladığınız andan itibaren gölgedir insanlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder