6 Mart 2014 Perşembe

sinüzit ve sabah kafada tepişen filler...

Sürekli olarak çektiğim acılardan bahsederek eziyet etmeyi ben de isterim elbette. Fakat öyle ahım şahım bir acı çekmediğim gibi, başkalarından acı devşirip üzerimde taşımayı da sevmiyorum. Yazmak için sanırım insanın içinin dolmuş olması, yazmazsa ölecek olması, sokakta yürürken birinin yakasına yapışıp acilen anlatması gereken şeylerinin olması gerekiyor. Benim her zaman öyle bir derdim yok. Hayattan memnuniyetsizliğim bir elzem arz etmiyor.
 Haşa, sıkıntım yok diyemem.  Fakat bunların etkilerini öyle ağlaklık halinde yaşamıyorum. Daha çok kronik bir ruhi çöküntü var. Zaten aksiyon diyetindeki yaşamımın bu kesitinde ziyadesiyle kronik sıkıntıdan söz edebiliyorum. Bunlar arasında sinüzitin sıklıkla hakkının yendiği kanısındayım. Sabahları uykudan nefes alamayarak uyanmanın yanı sıra beynime tavayla girişme isteği yaratan baş ağrılarım var. Son birkaç yılda birkaç baba rock grubuna ömür boyu yetecek kadar narkoz yemiş bulunduğumdan sinüslerimi bir doktor eline vermeyi şimdilik uygun bulmuyorum.

Hayatımdaki bir diğer sıkıntı olarak aşık olma yetimin kendisini servis dışı bırakmasını gösterebilirim. Dahası hayatımın sırtıma yaptığı alçak tavan etkisi, kendime güvenimin göğüs kafesime sıkıştırılmasına ve gerektiği anlarda devreye girememesine yol açıyor. İnsanımsı olarak geçirdiğim bilmem kaç yüz günden kendim memnun olamadığımdan, bunun içinden başka birine nasıl bir mutluluk çıkaracağımdan pek de bir bok anlamıyorum. İki insanın lüzumsuz yere acı çektiği ilişkilerin popüler bir edebiyat malzemesi olduğunun farkındayım. Hayatımdaki durağan görünen mutsuzluk hâlini memleket meselelerine çevirip, koca bir ülkenin derdini kendi kişisel dramım olarak iteleyebilirim mesela. Yalnız o kadarda hayvan değilim. Ülkemizin can sıkıcı sabahlarına uyanan uykulu yüzlerinin böyle bir kazığı hak etmediğine inandığımdan da değil aslında.
Canım istemiyor.

Sinüzite ne iyi geliyordu yaa....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder