Çağlar Yerlikaya’nın birkaç yıl önce yaptığı röportajda böyle söylüyordu Umay Umay. Yetenekleriyle, iyilikten ve adaletten yana oluşuyla, muazzam sezgileriyle, aklıyla, ruhuyla, biricikliğiyle, hep spot ışıkları altında yaşamaktan gözleri kararıp görmez, daha da kötüsü görünmez olanlarda bulunmayan türden hakikiliğiyle hayranı olduğum bir insan… Kelimeleriyle, sesiyle, örgü teknikleriyle… Hayat ruhumuzla uğraşmaya başladıysa, bu iyi bir şeydir! Çünkü bu hayattan bir şey çıkmaz. Ne tam anlamıyla muhalif olunabilir, ne marjinal ne de alternatif… Bu hayattan sadece kaos çıkar. Zaten tarihe, yakın ya da uzak geçmişe şöyle üstünkörü bir göz atsak bile, hayatın birbirine eklemlenmiş kaoslar yığını olduğunu görürüz. Bunun farkına varanlar, geri çekiliyor! Çağımızın en önemli ‘geri çekilen’lerinden biri de, kuşkusuz Umay Umay. Aslına bakarsanız o epey zaman önce, sessiz sedasız başladı geri çekilmeye. Ama Umay Umay’ı takip edenler, bu sessiz sedasız geri çekilişin aslında kendi içinde bir şatafat taşıdığının da pekala farkındalar. Umay, şatafatlı bir biçimde geri çekiliyor ama ardında kalanın plastik bir görkem, bir çeşit çöp yığını olduğunu da yüzümüze vuruyor. Şarkılarıyla olduğu kadar, çektiği fotoğraflarla, yazdığı kitaplarla yapıyor bunu. Kendisi de söylüyor işte zaten: “Yıkıntı, çöküntü anlaşılır bir şey değil. Herkes başka türlü yıkılıyor, herkesin biçimi farklı. Acılarımı, dondurma yalayarak yaşama becerisine sahip değilim, yanıp kavruluyorum. Ama bu külleri toprağa gömmeden önce, elbette savuracağım. Nereden baksan, inatçıyım. Savaşçı olamadım hiç. Çünkü savaşın, her şeye tenezzül ettiğini gördüm. Her yola, her silaha, her puştluğa. Savaşçı olmak yerine, inatçı oldum. Kırık dökük de olsam, inat gibi oturuyorum koltuğumda. Ne tenezzülüm var, ne arsızlığım. Eğer bir silah şartsa, tek silahım adalet. İçi adaletle dolu bir gözyaşı tabancası.” Umay Umay’ı, yeniden yayımlanan beş kitabı (Orospu Kırmızı, Veda Busesi, Bütün Güzel Çocuklar Şüpheli, Rüya Duvarları, Sokaklar Uyudu Artık Öpüşebiliriz) vesilesiyle hakkında yazmak istedim. “Bu gece ağlamak ve şiir yazmak yok.Ddışarıya çok az çıkıyorum. Bazen yeni cd'lere bakmak için, bazense umutlandığım bir film için. Sokakta hiçbir gerçek tek başına dolaşacak kadar cesur değil. Sokaklar ne dediği anlaşılmayan hayallerle dolu. Varacakları hiçbir yer yok. Zaten bir yer aramıyorlar. O yüzden eğildikleri bir alın yok. Ağlamaya utanacakları bir şiir yok.” (Bütün Güzel Çocuklar Şüpheli adlı kitabından) Olmazsa buraları bırakır giderim diye düşünenlere, gidilecek yer olmadığını; olmazsa terk ederim diye düşünenlere, hiç kimsenin, kendisinde bir yara açmadan bir başkasını terk edemeyeceğini; hepsi bir yana, giydiğimiz bütün elbiselerin aslında külden olduğunu söylemek için eline kalemi almış sanki Umay. Ayaklarımızın bastığı yeryüzünün aslında ateşten olduğunu anlatıyor bize. Onu kora çevirenin de insanın ta kendisi olduğunu. Belki tuhaf gelecek ama yalnız kaldığımızda o yüzden üşüyoruz hepimiz! “Çünkü bir hata kadar güzelsin, kırmızı kadar güzelsin. Geriye alınmasından korkulan bir hediye kadar güzel..” (Rüya Duvarları adlı kitabından) Ölüm oruçlarında ölenlerin sayısı arttıkça kendi içinde bir adım daha geri çekilen; yalan dolu, ağdalı bir salyanın (televizyonun mesela) karşısına geçtiğinde, orada bürokratların kravatına sıçrayan kanın hızla temizlendiğini gördüğü için evinden televizyonu kaldırıp duvarına hayali çocukların yaptıkları resimleri asan, artık televizyon yerine onlara bakan biri, tek bir sözcükle ağaçların yapraksız kalabildiğini hepimizden daha iyi anlar elbette. O zaman, denizin üzerine kibrit kutularından bir ev yapmanın hayalini kurar, dalga seslerine borçlu kalacağını düşünüp ürker belki de.
Umay Umay’ın şarkı söyler gibi yazdığı, fotoğraf çeker gibi söylediği, yazdığı gibi yaşadığı aşikar. Muamma olan bizim nasıl okuduğumuz, nasıl baktığımız, nasıl dinlediğimiz? Ya da muamma olan, kendimize bir şans daha tanıyıp tanımadığımız? Belki de bu kitapların beşini bir yere koyup yeniden bakabiliriz içimizde yer eden bu hassas yaraya. Belki de bugün tam zamanıdır. Tam zamanıdır belki de başımızı doğru yere eğmenin. ‘Başını eğ yeşil çimenlerin şairi Başını eğme zamanı geldi Tuzaklarla dolu yeryüzü kampı seni ilerliyor Artık bir kalbin yok Yağmuru hatırlayarak doldurduğun küçücük bir kabın bile yok Onun gözleri senin üstünden bir bıçakla sıyrıldı Artık gururla taşıyacağın yarınların yok’ (Sokaklar Uyudu Artık Öpüşebiliriz adlı kitabından)
"henüz ikimizi çeken şeyin ne olduğunu anlamış değilim. aslında seksten de bir bok anlamam aşk da acıklıdır, hükümdür çoğu zaman… ne yaptığımı bilmiyorum inan bilmiyorum. yanına uzanmak istiyorum yanına uzanayım; “geçsin artık" (Cevapsız Ağrı adlı kitabından)
“Tam göğsünün ortasında geçici bir dövme gibi duruyorum. Hakiki bir dövmeye katlanacak götün hiç olmadı." (Cevapsız Ağrı adlı kitabından)