27 Aralık 2013 Cuma

Müziğin Gücü

 “bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarınıyapanlardan daha güçlüdür.”
Victor Jara
Müzik deyince aklıma ilk gelen müzisyenlerden biri Victor Jara oluyor... Nasıl gelmesin!  Tiyatro eğitimli bir sanat adamıydı. Daha da önemli yanı sergilediği duruştu; "Victor Jara dudaklarında şarkıyla öldü. Onu yanından hiç ayırmadığı yoldaşı, gitarıyla birlikte stadyuma getirdiler; ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular, gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen melodiye eşlik ettiler. Sonra bir subayın emri ile askerler Jara'nın ellerini kırdılar. Artık gitar çalmıyordu, ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar" Şili'deki Pravda muhabiri Vladimir Çernisev, Jara'nın son anlarını böyle anlatmıştı. Şili'de Pinochet,  bu darbeyle dünyanın seçimle başa gelmiş ilk sosyalist hükümeti olan Salvador Allende'yi 1973 yılında devrilmiş ve yerine 17 yıl sürecek bir diktatörlük kurulmuştu. Darbenin 5. gününde öldürülmüştü Jara.

Nereden mi geldi bu konu aklıma? Geçen gün günlük aptallaşma etkisini sağlasın diye televizyon karşısında bakınıyordum . Kanalları geçiyorum, yolsuzluk, şiddet, bağrışan siyasiler muhalefetin de iktidardan bir farkının olmadığını kanıtlama telaşında gibiler. Sonra bir şarkıya denk geliyorum, neyse diyerek kanalı orada bırakıp elimdeki gazeteye yöneliyorum. Spordan okumaya başlıyorum gazeteyi yine. Arap alfabesi gibi sağdan sola okuyorum gazeteyi. Kafamı bir an  kaldırdığımda televizyon alkıştan yıkılıyor, Ebru Gündeş gözyaşlarını siliyor sanki yeryüzündeki en büyük mağdur oymuşcasına. Burun kıvırıp gazeteye odaklanıyorum yeniden. Gazetenin köşesinde bir haber, "Konya'da kırk günlük bebek soğuktan donarak öldü" Bebeğin öldüğü evin camı kırıkmış, naylonla kapatmışlar. Anne, gece bebeğini emzirmeye kalkmış, çocuğunu hareketsiz görünce de çığlık atmaya başlamış, komşular yetişmiş çığlıklara... Odun alamamışlar.
Televizyonda ise ağlaşmalar ve alkışlamaların sesleri. O ses olmak isteyen kişilerden biri eleniyor, veda ederken programa alkışlanıyor, sms oyları da kurtarmamış belli. Sms'lerle kırk günlük bebeğin ömrünü rahatça geçirmesini sağlayacak kadar para toplayan program sunucusu haftaya görüşürüz diyor, herkes alkışlıyor.
Artık ne televizyona ne de gazeteye odaklanamıyorum. Cdleri karıştırıyorum. Victor Jara'yı alıp, müzikçalara koyuyorum. Anlaşılan istediğim kafa boşalması ya da aptallaşma haline bugün ulaşamayacağım. Aklımda dönmeye başlıyor okullarda sanata dair anlatılanlar; müziğin toplumsal anlamda bir iletişim aracı olarak kullanılması fakat günümüzde popüler kültürün bir unsuru olarak sistem tarafından tüketim kültürünün bir nesnesi haline getirilmiş olması. Küresel sistemin müziği hem pazarlamakta hem de pazarlamanın aracı olarak kullanması. Karamsarlık çöküyor içime. Ancak müziğin asıl gerkliliğini sergileyen durumlar da mevcut. Ezilenler duygularını, aşklarını,isteklerini, ezilmişliklerini ve en önemlisi isyanlarını müzikle dile getirmekteler.
Bu noktada sevgili hocam Sevin Okyay'ın tanıştırdığı Jacques Attali'nin "Gürültüden Müziğe" adlı eserinde yaşamın gürültüsünden müziğe varan evrimleşmeyi tanımlayışını anımsıyorum; “Bilim daima hislerimizi kontrol etmeye, hesaplamaya, soyutlaştırmaya,hadım etmeye çalıştı. Sadece ölümün sessiz olduğunu, yaşamınsa gürültülerle dolu olduğunu unuttu: İş gürültüleri, eğlence gürültüleri, yaşam ve doğa gürültüleri; satılmış, satın alınmış, dayatılmış veya yasaklanmış gürültüler; başkaldırı, devrim, öfke ve umutsuzluk gürültüleri… Müzikler ve danslar; yakınmalar ve meydan okumalar…. Dünyada tek bir temel eylem yoktur ki, gürültü olmadan gerçekleşsin.”
Bir yönüm müziğe sadece sanat gözüyle bakıyor ama diğer yanım müziğin gücünü çok iyi görüyor. Ne demek müziğin gücü? Uyuyan kitleleri bile bir anda harekete geçiren gücü! Aslında müzik her şey, bir yandan sanat, diğer yandan hayat.
Tabii ki sanatın ağır bastığı müzik eserlerinde de ciddi göndermeler mevcut. Örneğin; Fransa'da Keny Arkana var, Brezilya'da Sepultura, hatta Amerika'da Michael Jackson geliyor yine aklıma 90'larda amerikada tekrardan hortlayan ırkçılık ve gelir adaletsizliğine karşı söylediği "They Don't Care Abaut Us" şarkısını anımsıyorum. Fransa'da artan ırkçılığa karşı K.Arkana inanılmaz sözler söylüyor müzik kanallarında şarkılarıyla. Brezilya'da gerçekleşen öğrenci olaylarına Sepultra destek veriyor. Daha eskilerde Beethoven'in aslında hayran olduğu Napoleon Bonaparte için bestelediği 3. Senfonisini son anda Napolyona ithaf etmekten vazgeçmesi gibi... Çünkü eser tamamlandığında artık Napolyon Beethoven'in beğendiği devlet adamı değil, bir diktatördür...


İddialı tespitler yapmaktan özenle kaçınmaya çalışsam da "popüler müzik" ve "endüstrinin elindeki tutsak müzik" haricindeki müzik, tamamen kültürdür ve tarih içinde doğup yaşadığı ve geliştiği motiflerle zenginleşmiştir. Tutsak olmayan müzik aslında hem duyusal hem de yazınsal ve sözel bir tarihtir. Resim sanatı ve fotoğrafçılık nasıl görsel tarih ise, müzik de başlı başına tarihin ta kendisidir ve ait olduğu toplumu ve kültürü net biçimde anlatmayı hedefler ve işitebilen kulaklarca  anlaşılabilmeyi sağlar.
Yüreğiyle anlayabilen tarafta olmamız umuduyla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder