13 Aralık 2013 Cuma

BİR FERHAT GÖÇER KONSERİNİN ARDINDAN SEVGİ ve ACI ÇEKMEK ÜZERİNE

BİR FERHAT GÖÇER KONSERİNİN ARDINDAN SEVGİ ve ACI ÇEKMEK ÜZERİNE
Geçen gece Fethiye Kültür Merkezi'nde Nilüfer Belediyesi'nin organizasyonuyla gerçekleşen Ferhat Göçer konseri vardı. Tüm çok bilmişler gibi Ferhat Göçer'e burun bükerek gidenlerdendim. Ancak sahnede yaptığı işe, ayrıca da repertuarının Fredy Mercury'den Georges Bizet'e, Sıla'dan Münir Nurettin'e kadar olan genişliğine, ses aralığına sahne ışığına şapka çıkarmak gerek.
Konserin büyük bir kısmında söylediği eserlerden yola çıkarak fark ettim ki biz toplum olarak sevgi acısı çekmekle ilgili şarkıları büyük bir zevkle dinliyoruz. Aristotales'in Poetika adlı eserinde dediği gibi sanat acıma ve korku duygularını yaratarak haz üretebilmelidir. Korku ve acıma yoluyla bu tip duygulardan arınma etkisi Aristoteles tarafından katharsis olarak adlandırılmıştır. Bu tanımlamanın da farkında olunca görülüyor ki; hemen hemen hepimiz benzer olan acılarımızın dile getirilmesinden keyif alıyoruz.
Peki neden sevgi ve acı çekmek iç içe ilerliyor?
Bilindik bir gerçektir ki; sevgiyi basitçe tanımlamak oldukça zordur. Çünkü kişi sevginin içinde gelişir. Bu nedenle de, yapacağı tanım değişiklik ve genişlemeye uğrar. Oysa sevgi hakkında söylenebilecek belli bazı şeyler, konuyu incelemek ve tartışmak için açıklamaya yardımcı olacak bazı öğeler bulunmaktadır.
Sevgi öğrenilen duygusal bir tepkimedir. Bir grup öğrenilmiş dürtü ve davranışa karşılık olarak verilen yanıttır. Tüm öğrenilen davranışlar gibi sevgi kişinin çevresiyle, öğrenme yeteneğiyle, bu yolda var olan zorlamaların tipi ve gücüyle birlikte ortaya konulur. Gene de, sevgi konusunda öğrenilmesi gereken birçok şeyin olduğunu pek az kişi düşünür. Oysa, günümüzde çoğunluk sevginin açlığını çeker; mutlu mutsuz sayısız film görür, sevgi üstüne söylenmiş yüzlerce değersiz şarkı dinlerler – gene de sevgi konusunda öğrenilmesi gereken birçok şeyin bulunduğunu pek az kişi düşünür. Dinamik bir karşılıklı etkileşim olan sevgi tüm yaşamımız boyunca ve yaşamımızın her saniyesinde yaşanır. Her zaman her yerdedir. İnsan sevgiyle olgunlaşır. Bu konuda daha çok öğrendikçe yanıtları değiştirmek ve böylece sevme yeteneğini genişletmek için daha çok fırsat eline geçer. İnsan ya sürekli olarak sevgiyle olgunlaşmakta ya da ölmektedir. Bu şekilde eylemler ve karşılıklı etkileşimleri onun yaşamını tümüyle değiştirir.
Kişi sevginin güvenilecek bir şey olduğunu keşfedecektir. Çünkü güven, inanç ve kabul üstüne oturtulmazsa bu sevgi olamaz. Bu konuda Erich Fromm şöyle demiştir: “Sevgi bir garanti olmadan kendimizle yüklenimde bulunmak; sevilen kişide, bizim sevgimizle sevgisinin oluşacağı umuduyla kendimizi tümüyle vermektir. Sevgi bir inanç eylemidir. Kimin biraz inancı varsa onun aynı zamanda biraz sevgisi de vardır.” Mükemmel sevgi, kişinin bir şeyi vermesi ve bir şey beklememesi olabilir. Kuşkusuz kendisine bir şey sunulursa bunu almakta istekli ve hevesli olacaktır. Ancak kişi kendiliğinden hiç bir şey istemeyecektir. Çünkü insan hiç bir şey beklemez ve istemezse, hiçbir zaman aldatılmış ya da düş kırıklığına uğratılmış olmaz. Sevgi yalnızca istemde bulunulduğu zaman acı getirir.
Budistler “istemde bulunmayı bırakınca” aydınlanma yolunda tam ilerleyeceğimizi söylerler. Bu imrenme duyulacak barış durumuna belki de hiç varamayacağız ancak (kendimiz dışında) istemeden ve beklentimiz olmadan yaşayabildiğimiz sürece düş kırıklıklarından uzak kalabiliriz. Başkaları sizin istediklerinizi değil, yalnızca muktedir oldukları şeyi verebilirler ve vereceklerdir.
Sevgiyi arayan insan, sevginin sabırlı olduğunu görecektir. Seven insan kişilerin sevgiye ilişkin fikir ve deneyimlerinin farklı olduğunu bilir. Her insan kendine özgü hızla, kendi yol ve yordamıyla, kendi zamanında ve kendi benzersiz benliğine uygun biçimde olgunlaşacaktır. Bu nedenle kişiyi yargılamak, azarlamak, onun hakkında önyargılı olmak, ondan istemlerde bulunmak ya da birtakım varsayımları ileri sürmek yararsızdır. Sevgi sabırlı olmalıdır. Sevgi bekler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder