26 Aralık 2013 Perşembe

Niye Yazıyoruz?

Kendi adıma bunu düşünüp nedenlerini bulmaya çalışıyorum.
Kızdığım biri vardı. Yazmam gerekti. Rahmetli büyükbabam, elin kalem tutuyor, kızdığında abuk sabuk şeyler yapacağına yaz derdi. Neyse… birine kızılıp yazı yazılır mı? Yazılmaz. “Yazmasam deli olacaktım!” diye bir cümle geldi aklıma. Kim söylemişti…  Artık kimsenin umurunda değil. Herkes çorba parası peşinde… Yazmayıp da bir psikologa mı gitmeliyim? Bedavadan yazıp rahatlamalıyım. Başaramazsam giderim. İstanbul'da soyunarak terapi yapan bir kadın psikolog varmış. Belki ona giderim. Pirelli tekerleklerinden yola çıkarak her şeyi kadın bedenine bağlamak moda olalı, insan ruhunda bir gevşeme oldu…
Charles Bukowski, "günlük tutmak dangalaklıktır" demişti. Bir dangalaklık yapıp “günlük” olmasa da bir şeyler yazacağım. Peşinen söyleyeyim; hayatımdaki kadınlardan hemen bahsetmem mümkün değil.
Televizyonlarda boy gösteren spor programlarına kanalları gezerken kulağım değer. Bir bağırtı bir çığırtı, anlam vermeden boş boş bakarım. Yapacak başka bir işim yoksa izlerim. Futbolculuktan yorumculuğa geçen, spor yazarı olan spor zengini ayaklar, emekli hakemlerle,  alaylı spor yazarlarıyla birlikte; ekranda görünen pozisyon kabak gibi ortadayken, saatlerce, bazen garip sesler çıkararak; oyuncuyla, topla, hakemle, seyirciyle ilgili konuşurlar. Farklı yorumlar zenginlik mi değil mi düşünmeden, kafam bir boşluğa düşüyor. Kendime geldiğimde o gün hangisi denk gelmişse o programın benim için gerekli aptallaşma etkisini bırakmış olması, yüzüme bir tebessüm olarak yansıyor. Bir süre sonra kafam boşalmış oluyor.
Eğer bir yorumcu diğerine çemkirirse işte o zaman hayatımdaki kadınlar geliyor aklıma. Gelmesin diye çeviriyorum kafamı.
Hazır yazı mazı derken köşe yazarları geliveriyor aklıma. Mürekkep balığının her türünü yalamış yutmuş kişiler karşı köşeye öyle kızıyorlar ki; kalemlerini sokmadıkları yer kalmıyor. Sade vatandaşlar kime inanacaklarını şaşırıyorlar. Sevdikleri köşe yazarının bile ağzından dökülenler sade vatandaşın tüylerini diken diken ediyor. Düşüncelerini anlamaya çalışırken üslubuna sırt çeviriyorlar. Mesela, birinin şöyle bir cümle pırtıyor dudaklarından. "Seni dağa kaldırır seks kölesi yaparım” Bir diğeri kendi köşesinden sesleniyor: “Ulan sırdaş medyanın ayazda kalmış eşeği” Uzatmayalım, karşılıklı atışmalar böyle uzar gider. Şimdi bütün köşe yazarlarını zan altında bırakmak ayıp olur. Kendisini herhangi bir gruba ait görmeyen, ya da görüp de görmemezlikten gelen, veyahut; bizatihi ben o grubun nüvesiyim diyen ehli namus, ilkeli köşe yazarlarını tenzih ediyorum.
Peki ya büyük yazarların bazıları bunu nasıl dile getiriyor?

Hayvan Çiftliği ve 1984 gibi ünlü romanların yazarı George Orwell, “Niçin Yazıyorum” başlıklı uzun denemesinde, yazarları bu eyleme iten dört temel nedenin olduğunu söyler:
“Bu nedenler her yazarda farklı şiddette var olabilir ve her yazarda içinde bulundukları atmosfere bağlı olarak zaman zaman bu nedenlerin şiddetleri farklılık gösterebilir.”
Orwell’e göre yazarların kalemi ellerine almalarının nedenleri egoizm, estetik hevesi, tarihsel dürtü ve politik amaç.
Orwell bu nedenlerin kendi yazılarını nasıl etkilediğini anlattıktan sonra denemesini su sözlerle bitirir: “Yazma nedenlerim salt kamu-ruhu içinmiş gibi bir izlenim yarattım. Yazımı böyle bitirmek istemem; bütün yazarlar kibirli, bencil ve tembeldir. Ve aslında yazma nedenlerinin temeli bir gizemdir.”
Beyaz Gurultu ve Cosmopolis gibi kitapların yazarı DeLillo, yazarlığın romantik bir hale getirilmesine karşı çıkıyor ve yazarlığı “kişisel özgürlük” biçiminde tanımlıyor. “Bizi, çevremizi sarmış olan toplu kimlikten kurtarır. Sonuçta yazarlar bir alt-kültürün yasadışı kahramanları olmak için değil, kendilerini kurtarmak ve birey olarak hayatta kalabilmek için yazarlar.”
“Niye Yazıyoruz?” sorusuna değinen bir yazıda,  Sait Faik’in yanıtını anmadan olmazdı. Öyleyse yazımızı, edebiyatımızın usta kaleminin unutulmaz cümleleriyle bitirelim: “Söz vermiştim kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
Sahi niye yazıyoruz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder