Geri
kalmış diyarların zihinsel gelişim süreci falsulye bitkisiyle
benzeş olan memleket hallerinden biridir terminolojik tabiriyle
"Allofilya" ya da Türkçe mealiyle "Yabancı Kültür
Hayranlığı". Bu zavallı fasulyecikler, kültürel
farkındalıklarını ve ukalalıklarını dile getirebilmek için
yerli eserleri küçümser bir havada görünerek, "ah efendim
be de onu hiç bilmem. çok banal geliyor. zaten genelde yabancı
kitap/film/müzik, okuyor/izliyor/dilliyorum..." derler.
Sorduğunuzda kıstaslayabilecek eserler hakkındaki bilgileri de
anca buzdolabınızın sebzeliğindeki taze fasulye seviyesidir. Peki
nedir bu hayranlık durumu öyle ise. Elluard iyi yazar da Turgut
Uyar az mı ondan? Nazım'dan neleri okudun ya da Sebahattin Ali'den?
Mehmet Akif'ten İstiklal Marşı dışında bir şey okudun mu?
Safahat'ı hiç okudun mu gerçekten? Peyami Safa'nın Cingöz
Recaisi'ni bilmiyorsan sen nasıl Agatha Christie okursun ki? Münir
Nurettin'den ya da Timur Selçuk'tan Beni Kör Kuyular'da Merdivensiz
Bıraktın'ı dinledin de mi masandaki içki kadehine fon olsun diye
Tom Waits açıyorsun? (ki burada Tom Waits bendenizin en sevdiği
şarkıcılardan biri olup, lafı kimseye sokmamak babında kendimden
yola çıktım). Al Pachino dehşet oyuncudur da, Münir Özkul az
mıdır? Şartlar tam tersi olsa kim kimin yerinde olurdu? boşverin
de bir Adile Naşit kahkahası var mı Hollywood'dan Bollywood'a?
Şayet
bir dili ana dilinden okuyamıyorsanız, dinleyemiyorsanız ya da
izleyemiyorsanız; hayranlığınız sadece çevirmenin vijdan -
cüzdan - bilgi üçgenine verdiği sıralamasına kadardır. Bu
memleket Shakespeare'yi katledenler, hatta mezarında taklalar
attıran kifayetsiz çevirmenler de gördü. Ya da aylak kaldığından
oturup Sarah Kane çeviren, Salinger'den Shakespeare'e kadar işler
yapan dehşet yaratıcı kalemler de... Bir de kendi deyimiyle
İngilizce'den Canca'ya çeviren Can Yücel'e de bir selam sarkıtmak
farzdır.
Velhasıl
kelam söze neden burada başladım? Sevgili arkadaşım Özlem ile
kitap sanat vesaire sohbetleri arasında konusu açılan bir İhsan
Oktay Anar ve eserlerinden yola çıktım. Tolkien'den bahsederken
fantastik edebiyatta gözümüzün önünde es geçtiğimiz,
fasulyesel beğenimizle burun kıvırdığımız kitaplarından
bahsetmeden
olmayacaktı
ki, Puslu Kıtalar Atlası’nın büyüsüne kapılan naçizane
okurlardan biri de bendim. İlk çıktığı yıllarda okumuş olan
şanslılardan biriyim bu kitabı. sonrasında da 3 - 4 defa daha
okudum.
ilk
basımınıdan (1995) geçen 19 yılın ardından geç midir, değil
midir bilemeyeceğim fakat bir şeyler karalama niyeti içerisindeyim.
Kitap
sizi öyle bir dünya içerisine sokuyor ki; hayat kadar gerçek,
masal kadar hayali bir mevzuatın içerisinde vuku buluyorsunuz.
İhsan
Oktay Anar her yazdığı romanı öncesinde yaptığı geniş
araştırmalarıyla meşhur bir yazar. Bundan sebep kitaplarında,
seçtiği konu üslubunca kelimelerden bazılarının anlaşılması
namümkün.
Meraklıları
şüphesiz kelimelerin anlamlarını birer birer sözlük karıştırıp
buluyorlardır diye düşünüyorum. Buna binaen Anar seçtiği
kelimeleri cümle ve konu içerisinde öyle kullanıyor ki, kelime
anlamını bilmeseniz de olaya hakim olabiliyor, kelimenin anlamını
bilincinizde şekillendirebiliyorsunuz.
Kolaycılığa
kaçan okurlar için Puslu Kıtalar Atlasının konusunu burada
yazmak istemiyorum, çünkü internette araştırdığınızda bir
ton özet zaten görebilirsiniz.
Bence
İhsan Oktay Anar şüphesiz post-modern Türk romanının en önemli
yapı taşlarından biri. Bir Türk’ün, hayal gücünü yoğurup,
kelimelere dans ettirmesiyle ortaya çıkan bir eserin tanıtımı
bu. İşte sözün kilitlendiği yere geldik. Neden mi? Çünkü
İhsan Oktay Anar öyle bir kitap yazmış ki, okurken sayfalar
parmaklarınızdan kayarak aksa da anlatırken dilinize kilit
vuruyor. Bu kitabı anlatmak o kadar zor ki… Öncelikle ilginç bir
ayrıntıyla başlayalım. Kitabın kapağındaki her bir kahraman
kitap içinde geçiyor. Bu çok güzel ve bir o kadar da ilginç bir
ayrıntı. Kitabı okudukça dönüp kapağa bakarsanız anlatılan
bir karakteri mutlaka orada bulacaksınızdır. İhsan Oktay Anar’ın
şöyle bir tarzı var, hiç kimse tamamen başkarakter değil. Yan
karakterlerini süslemiş ve detaylarla sizi oldukça eğlendirmiş
bir yazar. Kullandığı üslubu ve tarzıyla tamamen kendine özgü.
Kitap öyle güzel ve öyle sürükleyici ki, okurken yazarın hayal
gücüne ve detaylarda oluşturduğu farklı minik hikâyelere hayran
kalacaksınız. Ayrıca, kendi ülkemizin ve tarihimizin, içinde
barındırdığı farklı etnik dokuları, güzelliklerini ve en
önemlisi bizi biz yapan olguları tatmak eşsiz bir duygu. Kitabın
türü için “tarihi-fantastik” diyorlar. Doğru da. Kitaba ilk
başladığımda “Neresi fantastik bunun?” demiştim, ama
okudukça neden “fantastik” sıfatını da kazandığını
anlıyoruz.Her bir karakterin, ister en önemlisi ister yoldan geçen
adam, kendine has bir öyküsü var. Yazara neden, bazı kesimlerce
“Türkiye’nin Tokien’i” dendiğini ise kitap bitince
anlıyoruz. Kendisi yeni ırklar, yeni diller yaratmasa da, var
olandan yeni bir anlatım tarzı ve yeni bir hayal gücü düzeni
oluşturmuş.
İhsan
Oktay Anar’ın zekâsına, kurgusuna ve anlatımına hayran
olacaksınız.
Eh
bir de Anar'ın kitaplarında var olmayan kadın karakterler ve
kadınsız romancı olayına da değinmek gerek.
Biraz
magazinsel boyutuyla yaklaşırsak, kendisine bu durum sorulduğunda
İhsan Oktay Anar şu cevabı veriyor: “Pek çok romanda pek çok
şey yoktur. Romanlarımda kadın yok. Ama ‘zebra’ da yok,
‘bengal kaplanı’ da, ‘guguklu saat’ de yok”.
Sırf
erkek kahramanlar romanlarının asli unsuru diye bir yazarı
eleştirmek de pek doğru bir yaklaşım değil, yazar romanının
kurgusu içinde istediği cinsiyetteki karakterler ile istediği
dünyayı yaratmakta özgürdür, bunu eleştiri konusu yapmak
(saptama konusu yapılabilir şüphesiz) çok da anlamlı bulmadığım
bir durum.
Konu
bir yazarı ve bir romanı okur gözüyle incelemek, genel olarak
yazarın özel olarak da romanının dilini, üslubunu
değerlendirmek, romanının kurgusunu, olayların geçtiği
dönemlerin ve olayların tarihsel veya toplumsal zeminlerini
incelemek olunca ve de aynı zamanda yazar İhsan Oktay Anar gibi
dili kendine özgü ve farklı, romanları da bilinen roman
kalıplarının ve özelliklerinin dışında eserler olunca bu işin
nasıl da zor ve altından kalkmanın imkansız olduğunu görüyorum.
O yüzden yazıda iddiam ne bir “edebiyat eleştirisi” yapmak ne
de edebi sınırlarda bir de değerlendirme yazısı yazmak , ki
haddime de değil. Sade ve sıradan bir okur olarak, Anar külliyatını
okuduktan sonra bu yazarın ve eserlerinin ben de oluşturduğu
izlenimi, hakkında okuduklarımla birleştirip birşeyler karalamak
günlüğe. Bu uzun açıklamın ardından konuya yani İhsan Oktay
Anar ve romanlarına dönelim.
“Postmodernist
edebiyata girmek gibi bir kaygım hiç olmadı. (İhsan Oktay Anar)”.
Her
ne kadar bir kısım eleştirmen ve okur Anar’ın romanlarını
postmodern olarak nitelese de kendisi aynı fikirde değil. Tabi bu
durum Anar’ın romanlarında postmodernist öğeler olmadığı
anlamına da gelmiyor, ki romanlarında “üstkurmaca” tekniği
kendini gayet açık bir şekilde belli ediyor zaten. Ve evet
modernist öğelerle yazılmış metinler de değiller. Ama
romanlarının tamamına bakıldığında bu kalıpsal tanımlamanın
çok dar olduğu ve bu sınırlamanın anlamsız olduğu
görülecektir.
Mesela
kendisini nasıl tanımladığı sorusuna Cumhuriyet Gazetesi Pazar
Eki’nde şu cevabı veriyor:
“Kimliksiz
biri olduğumu düşünüyorum. Ressam, mühendis, tarihçi
kimliklerine sıkışıp kalmak istemem. Hatta yazar kimliğine de…
Sadece yazıyorum o kadar. Resim yapabilir ve postra’da
oynayabilirim. Borges’in söylemeye çalıştığı gibi ‘bir
insan hem herkes, hem de hiçbiridir’. Ben bir ‘joker’im yani
bazı iskambil oyunlarında her kartın yerine geçen bir kart gibi,
kelimenin diğer anlamıyla da ‘joker’ yani ‘şaka’cıyım.”
(Cumhuriyet Gazetesi, Pazar Eki, 07/01/2001)
Kendisini
veya yaptığı işi herhangi başka bir işten üstün tutmayan ve
yazarlığı bir çok kesim tarafından türk edebiyatı içinde
şimdiye kadar görülmemiş bir farklılık ve yenilik içeren bir
insanın kendi yazarlığına bu kadar mesafeli durması ve farklı
bir “mütevazilik” sergilemesi, bu “popülarite merakı”
çağında onu çağdaşlarından ayıran önemli bir özellik.
Okurların
ve kitap meraklıların hangi kitapları okumasını önerdiği
sorusuna:
“Öncelikle
benim kitaplarımı değil. Kemal Tahir’i, Yaşar Kemal’i, Sait
Faik’i ve klasikleri okumasını tavsiye ederim” (kaynak: notos
öykü, sayı 30)
İster
modernist deyin, ister postmodernist, ister masal anlatıcısı, eski
dil delisi deyin, ister romanlarını gerçeküstü diye niteleyin
isterseniz “fantastik”, ister “tarihi romanlar” deyin
romanlarına ama bir gerçek var ki bu kalıpların ötesinde farklı
bir yazar ve farklı romanlarla ile karşı karşıyayız ve hem dil
de hem kurgu da hem de “roman” sınırları açısından
baktığımızda yeni ve daha önce görmediğimiz romanlarla karşı
karşıyayız ki bu durum okur için de edebiyatımız için de gayet
güzel bir durum.
“Rendekar
doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça
makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş
olduğum sonucu da çıkar. Düşünen bir adamı düşünüyorum.
Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü
bildiğim için, düşündüğüm bu adamın da varolduğunu
biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası
çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü
düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum.
Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir
düş oluyorum.”
Anar
gerçekten iyi bir iş çıkarmış. Kitap Türkiye’de yeni bir
çığır açmış olarak kabul ediliyor. Düşünme gücünün
özellikleri hakkındaki kitap, sıradan bir insan olan Uzun İhsan
Efendi’nin, okumamış bir insanın, akıl yoluyla neler
yapabileceğini ve düşüncelerinin sınırlarını zorlayışını
anlatıyor. Düşünmek ile varolmak kavramları arasında bir bağ
mı yoksa ince bir çizgi mi var, bunun sırları Puslu Kıtalar
Atlası’nda.
Ayrıca
kitabın içinde yer alan tüm olaylarda tarihe de bir adım daha
yakından bakmış oluyorsunuz. Eski İstanbul ve Osmanlı halkı
hakkında, hikayelerde yer alan dönemin şartlarına uygun tıp ve
benzeri bilimlerin uygulanışı , dünyanın en eski mesleklerniden
birini yapan dilenciler hakkında bir çok şey öğreniyorsunuz:)
Puslu
Kıtalar Atlası, felsefeyle yeni tanışanlar için ve uykusunda da
olsa yeni maceralara koşmak isteyenler için birebir.
“Dünya
bir düştür, ah evet dünya! dünya bir masaldır!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder