6 Ocak 2014 Pazartesi

Charles Bukowski: Bir Pop İkonu ve Kalabalıklar Dahisi...

Cumayı Cumartesiye bağlayan gece, kısa süren ve bölünen uykuma Charles Bukowski girdi. Sanki hayattaymışçasına karşılıklı oturup bir şeyler içtik. O kendine has sesi, ve olanca doğal tarzıyla konuştu. Kedilerden, kadınlardan, alkol ve kumardan bahsettik. Bir de şiddetten. Şiddetin gerekliliğinin zaruri olduğu hallerden. Sabah uyandığımda sanki sigarsının dumanına maruz kalmışçasına bir nefes darlığı vardı. Camı açtım, oturup notlar aldım. Sonunda rüyanın malum yerimin açıkta kalmasından olduğunu düşünüp, not aldığım defteri de kapatıp Tom Waits dinleyerek güne başlamak daha iyi gelecek dedim. Aradan iki gün geçti. Neler yazsam diye düşünür ve Özlem'le bunu konuşurken, Bukowski yazayım en iyisi dedim. Pis Moruğun Notları ve Ölüler Böyle sever zaten elimin altındaydı.
 Internette yabancı kaynaklara da bakarken bir şok anı yaşadım. Bukowski'nin rüyama girdiği gece söylediği şeyler, Sean Penn'in Eylül 1987'de Interview Dergisi için yaptığı söyleşiden sözlere ne kadar da çok benziyordu. Herhalde biliçaltımın bir oyunu olsa gerek dedim. Yine de o sözleri İngilizce'den çevirip paylaşmadan duramadım. "Kedilerin arasında olmak iyidir. Kötü hissettiğinde kendini, kedilere bakar ve çok daha iyi hissedersin, çünkü onlar her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu bilir; öyle fazla heyecanlanmak ya da üzülmek için bir neden yok. Kediler bunu bilir. Kurtarıcıdır kediler."

Bukowski kendini kitaplarından birinde şöyle tanımlar; “Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul bir adam değilim ben. Kötü adamı sevdim ben, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinekkaydı tıraşlı, kravatlı adamlardan hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, düşleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları.”

Los Angeles şehrinin kenar mahallerinde büyüyen, içine kapanık, utangaç genç, iki yıllık gazetecilik ve yazarlık eğitiminden sonra New York’ta tutunmaya çalışır. Yazar olma hayallerinin kolay kolay gerçekleşemeyeceğini zor yoldan öğrenen Charles, yeniden Batı’ya döner ve içkinin merhametine sığınır. On yıl sonra ölümcül bir mide kanaması geçirince içkinin bir melek, bir kurtarıcı olmadığını anlayacak, ancak bağımlılığı devam edecektir. Bukowski bulaşık yıkar, kamyon sürer, bekçilik yapar, fabrikalarda, mezbahalarda çalışır. Mutsuzluğunu, umutsuzluğunu, kazan-dığı her kuruşu barlarda içkiye harcayarak unutmaya çalışır. Sonra nispeten daha düzenli bir iş bulur, postacı olur. Yine de işinden nefret eder, istifa eder.

Kimi zaman yataktan kalkar ve bu kez başaramayacağım diye düşünür, fakat geçmişte kaç kez böyle hissettiğinizi hatırlar, içten içe de gülümsersiniz.”

Gençliğinde yaşadıkları ona sokağın dilini öğretmişti. Her gördüğünü sansürsüz yazma yetisine sahipti. Okurlarını müstehcenlikle, argoyla, boş vermişlikle baştan çıkarabiliyordu. Bir keresinde Bukowski’nin dili şöyle tanımlanmıştı: “Pek az ince işçilik, tek tük seçme söz, karakterinden kopup gelen zalim bir dürüstlük.”

Gerçek anlamda yazarlığa ilk adımlarını elli yaşında, Black Sparrow dergisinden aldığı birkaç yüz dolarla başlayan Bukowski’nin ilk romanı tam on yıl sonra Post Office – Postacı (1971) adıyla yayınlanır. Bu eseri sırasıyla Factatum (1975), Women – Kadınlar (1978), Ham on Rye – Ekmek Arası (1982), Hollywood (1989) ve Pulp (1994) takip eder. Tüm eserleri Türkçeye çevrilmiştir.

Demokrasilerde önce oyunuzu kullanırsınız sonra emrederler, diktatörlükte oy kullanmanıza gerek kalmaz.”

Söyleşi yaparken kendini sıkışmış hissettiğini vurgulayan Bukowski, “Utanıyorum, bu nedenle kimi zaman da yalan söylüyorum. ” der bir keresinde. Şiirlerini nasıl yazdığını soranlara ise “daima sarhoş kafayla” diye cevap verir.

İki nokta arasındaki en kısa mesafe çoğu zaman çekilmezdir.”

Şiirlerinde, öykülerinde, romanlarında daima kural tanımazlığı, boş vermişliği, şiddeti ön plana çıkaran, aylakları, kaybedenleri sürekli kutsayan Bukowski’nin gerçekte yaşamı boyunca en çok eser veren yazarlardan, şairlerden biri olması ve kendini insanüstü disiplinli, titiz ve özverili bir çalışmayla işine vakfetmesi adeta ironik bir tablo oluşturur.

Binlerce şiir, yüzlerce öykü ve altı roman sahibi Bukowski yaşamı boyunca kurulu düzene, beyaz yakalılara, iş hayatının bencil uygulamalarına karşı durduktan sonra, adına kurulan internet sitesi gerçek bir pazarlama makinesi gibi çalışmaya başlar. Gelecekte her söylediğinin, her yazdığının paraya çevrildiği bir sanal marketin satış ikonu, markası haline geleceğini bilseydi, yıllarını barlarda sabahlayarak geçiren genç Charles acaba ne hissederdi?

Dünyanın asıl sorunu, akıllı insanlar şüphe duyarken aptalların son derece kendinden emin olabilmesidir.”

Bukowski çağdaşı yazarların hemen hepsini bir biçimde etkilemişti. Etki sözcüğünü en geniş anlamıyla kullanıyorum. En kolay etkilenen şairler asla kenar mahallelerde yaşamamış, kötü işlerde çalışmamış genç çocuklardı. Bunlar birden Charles Bukowski gibi içmeye ve yazmaya çalışıyorlardı. Eminim Bukowski kendisi gibi olmaya, içmeye ve yazmaya çalışan bir çok kayıp genç şairi görmekten üzüntü duymuştur. Bu tıpkı kendi sesinin kötü yankılarını duymak gibidir. Charles Bukowski yazın dünyasında büyük bir karanlık güç, kara bir yanardağdı. Ve, öldüğünde o dünyada kocaman ve doldurulması güç bir boşluk bıraktı.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder