8 Ocak 2014 Çarşamba

Bir kez sekti, iki kez, üç...

Beni düşündüren pek çok şey var. Kalabalık. Beni düşündüren çok fazla kalabalık. Ama sokağa çıktığınızda kimse sizden farklı değil. Aynı sokakta yürüyoruz, aynı havayı soluyoruz, üşümemek için giyiniyoruz, sevişmek için soyunuyoruz, hepimiz su içiyoruz. Sonra yolları bir yerden bir yere gitmek için kullanıyoruz. Durduğumuz yer farklı mekanlar da olsa aslında aynı.

Yine de izi birbirimizden ayıran hislerimiz. Ne hissettiğimiz değil ''ne kadar yoğun hissettiğimiz''dir... Taş atmak. Bir dereye, göle, denize ve okyanusa. Bir kez sekti, iki kez, üç... Kuru bir yaprağa ayna muamelesi yapmak, eski bir kitaba yatak, bir fincana hafıza muamelesi yapabilmek. Hangi aşkın ardından ihanete, melankoliye, hüzne, acıya, kırgınlığa, küskünlüğe, şiire, şiirlere, şarkılara o çılgın ve ağır şarkılara boğulursak boğulalım durduğumuz yer, soluduğumuz hava, içtiğimiz su farklıymış gibi hissettiriyor. Yanılıyor olabilirim. Bunları yazıyorken aslında kendimi yüksekten bırakıp çığlıklar atıyor olabilirim.

Sonra biri geldi, kollarımız arasında öldük. Sakinliğin gizini ve düğümünü çözdüm ben. Bunun için adam olmaya, kadın olmaya ya da bilip bilmeden sevmeye de gerek yok. Birini yeterince içeriye alıp ellerini sımsıkı tuttuğunuzda gök aynaya taş atmaya başlarsınız...  Bir kez sekti, iki kez, üç...

Kalbimde lüzumundan fazla sakinlik var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder