3 Ocak 2014 Cuma

Zamandan Bağımsız Şarkıların Sesi: Lhasa De Sela


Hep anlamlar yükleriz bazı şeylere...Örneğin yeni yıl da , yenilikleri, umutları bağladığımız alışkanlıklarımızdan sadece bir tanesi. Oysa çok iyi biliriz ki zaman dediğimiz kavram bildiği hızla, bildiği gibi devam ediyor. Tanımlanamayacak kavramlardan bir tanesidir zaman. Eğer zorunlu olarak bir tanımlaması yapılacaksa insan algısını işin içine katmak zorundayız.Lhasa de Sela güzel sesiyle paylaşacak daha çok şarkı varken, her ölüm erkendir biliyorum; ama bazıları çok erken oluyor, 37 yaşında göğüs kanserine yenik düştü... 1 Ocak 2010’da gece yarısında hemen önce son nefesini veren sanatçı, göğüs kanserine karşı verdiği savaşı ne yazık ki kaybetti.

Dünya üzerindeki her şeyin çok rahat taklit edilebilir duruma gelmesinin üzücü bir durum olduğunu görmek. On beş saniyelik bir toplumsal hafıza ve sonsuz tüketim seçeneği içinde kendimizi kaybedip, önlerimize sunulu gelen her hayatı bizim sanmamız tek kelime ile korkutucu. Herkesin kendi ruhuna giydirmeye çalıştığı gömleğin, kendinden başka hiç kimse olmayan birine ait olması ise hayatta gerçekleşen her şeyin kendi ironisini cebinde taşıdığının net bir göstergesi.

Çocukluğunu tüm ailesi ile beraber bir otobüste göçebe hayatı yaşayarak geçiren, sirklerde dolaşan, doğumunda bile mekansız olan bir kadının anlattığı yol hikayelerini dinlerken, hepsinin de olabildiğine gerçek, olabildiğine organik, ilk elden aktarılan hikayeler olduğunu görüyoruz. Hızla ilerleyen otobüsün penceresinden görülenler kadar flu bir ahenk içerisinde ilerleyen sesi o kadar fazla durağın puslu hatırasını saklıyor ki... Eşsiz orijinallikte Aztek mitolojisinden etkilenen parçalardan oluşan ilk albümünü “La Llorona”yı tamamen İspanyolca olarak evinin mutfağında kaydeden Lhasa, bu albümü ile Kanada’da bravo seslerinin altında ayakta alkışlandı. Okuduğu Fredico Garcia-Lorca şiirlerinden, Latin folklor ve Avrupa Çingene müziğinden oldukça etkilenerek yazdığı “La Llorona”, Dünya Müziği severler tarafından bol çeşitliliğinden dolayı bir kategoriyle sınıflandırılamadı. Çok dilli sofistike kalabalığa hitap etmeye başlayan Lhasa, zamanla Bob Dylan, Leonard Cohen ve Edit Piaf gibi sanatçıların şiirselliği ile kıyaslanarak daha geniş kitleleri cezp etmeye başladı.1997 yılında “La Llorona” albümü Kanada ve Fransa’da altın plağa uzandı ve Kanada’daki en iyi dünya müziği albüm unvanı ile 1998 yılında Juno ödülü ile taçlandırıldı. Kazanılan ödülle birlikte Lhasa bir anda global müzik camiasında tanınan bir sanatçı oldu ve bununla birlikte doğal olarak açılan şöhret kapısı onun bir anda dünya müzisyenleri arasında yer almasına neden oldu.

Öncelikle hayatta kendi serüveninin yaşanmasına inanan sanatçı ikinci albümünü dört yıl kendisini sirk performansı ile ilgilenen kız kardeşlerinin yanında izole ettikten sonra kaydetti. Bu sirk ile nerdeyse tüm Avrupa’yı dolaşan Lhasa, 2003 yılında karşımıza ana teması seyahat üzerine kurulmuş olan “The Living Road” albümü ile çıktı. Her şarkının bir macera, öykü, ufak bir film olduğunu söyleyen Lhasa, bu yeni çalışması ile dinleyenlerin karşısına bu defa İspanyolcanın yanı sıra İngilizce ve Fransızca parçalar ekleyerek çıktı. Üçüncü albümü ise hastalığına denk geldi ancak sanatçının azmi ile 2009 ortalarında “Lhasa” adlıyla raflarda yerini aldı. Dünya Müziği severler olarak hep albüm bulmakta zorlandığımız ülkemizde ne mutlu ki söz konusu üç albümü de bulma imkânımız var.

Söz konusu üç albüm dünya çapında bir milyon üzerinde satış grafiği yakalayarak Lhasa’ya özel ve kült bir hayran kitlesi yarattı. Kendine has ses skalası, sahne duruşu (14 Temmuz 2005 akşamı Sepetçiler Kasrı’nın muhteşem manzarası eşliğinde kendisini İstanbul’da misafir etmiştik), pek çok ülkede Lhasa’ya ikonik bir konum sağladı. Lhasa’nın şarkılarının eli hep bavulludur. Sürekli bir yolda olma hali hâkimdir müziğine, zamanı umursamayan, hüzünlü, derin sözlerin, töresel müzik eşliğinde evlendiği enstrümanların bir şöleni olarak tarih sayfalarında devamı gelmemek üzere yerini alıyor artık ne yazık ki… her ölüm erkendir biliyorum Tanrım; ama bazıları çok erken oluyor...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder