Şu saate bir hastane odasında
manzaraya karşı YannTiersen dinleyip, kahve içerken tüm
tutkulardan uzağa atılmış gibiyim. Hiçbir testi yapılmadan uzay
fırlatılmış bir Soyuz kapsülündeki Kozmonot hissi...
Oysa ki günlerce barlarda, sokaklarda,
kadınların sesinde, fahişelerin gözlerinde kendimi neşeli
hissettirecek, iyi ben'i hatırlatacak hislerin gölgesini aradım.
İnsan internet karşısında yalnız
kaldığında canı da sıkılıyorsa, ki benim bu aralar sık sık
sıkıldığı gibi, kafasını dağıtmak için anlamsız şeylere
bakıyor. Gerilen, kaybolmaya ilerleyen ruhumu rahatlatmak için
ekranda boş bir neşeyle bakan kadınların, zamansızlıkta saklı
kalmış güzelliklerine bakarım boş boş... Pronografiden
bahsetmiyorum. Ilişki hali videoları ya da fotoğrafları insana
yalnızlığını daha da hatırlatmaktan başka bir şey değil.
Yine de yapmacık, sahte olduğunu bildiğin tatlı vaatlerle ekranda
bana bakan az çıplak, bol iç çamaşırlı hatun aklımı
dağıtıyordu. Bu yazan çizen bendeniz için belki de küçümsenecek
birşey belki, ama ne yapabilridim ki? Bizim zamanımızın durumu böyle. Yoksa Çarlık Rusyası Edebiyatçıları gibi acılarımı
kumar masalarına bırakmayı ya da Bohem Fransız yazarların Moulin
Rouge'da fahişelerle duman altı olarak kafa yaptığı zamanda değilim
malesef...
Biz bu boktan modern zamanlar içinde tutkularımızı ve
aşklarımızı maddiyata satıp internet karşısında "Sanal
Tutkular Çağı"nı yaşıyoruz.
Amaaannn... ben neden anlatıyorum
bunları.
O kendimi iyi hissetmemi sağlayacak
gölgeyi araken etrafa, bir kadınla eve gittik. Onun koltuğunda
karşılıklı oturup yüzüne baktım. Ellerine, parmaklarına...
Sigasını dudaklarına götürüşüne. Nefes alışına...
kıyafetlerinin arasından belli olan göbeğine... Acaba vücudunda
dövme var mıydı? Dumanın dudaklarından süzülüşüne...
öylece bir kadın olarak duruyordu. Sevebilirdim belki de onu... hoş
bir kadındı aslında.
Orada karşılıklı otururken,
birazdan yapmamızın muhtemel olduğu seksi bekliyordu belki. Belki
de aklında tamamen başka, kendi dünyasına ait bir şeyler vardı.
Umursamadığımı farkettim ne düşündüğünü. Dudaklarından
ayıramıyordum gözümü. Sigara içmeyen biri için karşımdaki
kadının sigara içmesi çok nadir etkiler. "Z"
gibi içiyordu sigarayı. Dumanının yüzünde dolaşmasına izin
vererek. Hırsla kendinden uzaklaştırmak ister gibi değil de
yavaşça yüzünü okşamasına izin vererek bırakıyordu dumanı...
Telefon'a gelen bilmem kaçıncı
mesaja baktım. "G" vijdanımın sesi olmaya
çaışıyor. Buraya gelirken mesaj atmıştım. O ise onlarca şey
yazmış. Göz ucuyla okudum. Hızlıca. Amaaannn...
Sevişmek istediğimden bile emin
değildim ki... "G" karıştırdı aklımı. Bıraksa
da tenimdeki son dokunuşlarının da izini silebilsem bir öncekinin.
Offf... artık sevişmek bir yana, O'na arzu uyandıran bir şekilde
bile dokunmak istemediğimi farkediyorum. Sanki başka zamanlara ait
gibiydik... Sanki bir okyanusta dibe batıyor gibiydik. Şimdi ona
buradan bakmak ve boş boş gülümsemek dışında bir isteğim
yoktu içimde... oturduğum yerden yavaşça kalktım. Ona doğru
adım attım. Ellerine bakıyordum, uzun parmaklarına... tuttum
onları. Yavaşça öptüm ellerinden. Şaşkınlıkla tebessüm
etti. Gülümsedim... kapıya doğru hareketlendim. Merdivenler...
sokak... önüme çıkan ilk bara oturdum... bira...
çıkarken montumu almayı unutmuşum.
Neyse zaten eve taksiyle dönerim buradan. Belki bir başka gün
kapısını çalmak için bir bahane olur mont...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder