15 Ocak 2014 Çarşamba

Sanal Tutkular Çağı

Şu saate bir hastane odasında manzaraya karşı YannTiersen dinleyip, kahve içerken tüm tutkulardan uzağa atılmış gibiyim. Hiçbir testi yapılmadan uzay fırlatılmış bir Soyuz kapsülündeki Kozmonot hissi...
Oysa ki günlerce barlarda, sokaklarda, kadınların sesinde, fahişelerin gözlerinde kendimi neşeli hissettirecek, iyi ben'i hatırlatacak hislerin gölgesini aradım.
İnsan internet karşısında yalnız kaldığında canı da sıkılıyorsa, ki benim bu aralar sık sık sıkıldığı gibi, kafasını dağıtmak için anlamsız şeylere bakıyor. Gerilen, kaybolmaya ilerleyen ruhumu rahatlatmak için ekranda boş bir neşeyle bakan kadınların, zamansızlıkta saklı kalmış güzelliklerine bakarım boş boş... Pronografiden bahsetmiyorum. Ilişki hali videoları ya da fotoğrafları insana yalnızlığını daha da hatırlatmaktan başka bir şey değil. Yine de yapmacık, sahte olduğunu bildiğin tatlı vaatlerle ekranda bana bakan az çıplak, bol iç çamaşırlı hatun aklımı dağıtıyordu. Bu yazan çizen bendeniz için belki de küçümsenecek birşey belki, ama ne yapabilridim ki? Bizim zamanımızın durumu böyle. Yoksa Çarlık Rusyası Edebiyatçıları gibi acılarımı kumar masalarına bırakmayı ya da Bohem Fransız yazarların Moulin Rouge'da fahişelerle duman altı olarak kafa yaptığı zamanda değilim malesef...
Biz bu boktan modern zamanlar içinde tutkularımızı ve aşklarımızı maddiyata satıp internet karşısında "Sanal Tutkular Çağı"nı yaşıyoruz.
Amaaannn... ben neden anlatıyorum bunları.
O kendimi iyi hissetmemi sağlayacak gölgeyi araken etrafa, bir kadınla eve gittik. Onun koltuğunda karşılıklı oturup yüzüne baktım. Ellerine, parmaklarına... Sigasını dudaklarına götürüşüne. Nefes alışına... kıyafetlerinin arasından belli olan göbeğine... Acaba vücudunda dövme var mıydı? Dumanın dudaklarından süzülüşüne... öylece bir kadın olarak duruyordu. Sevebilirdim belki de onu... hoş bir kadındı aslında.
Orada karşılıklı otururken, birazdan yapmamızın muhtemel olduğu seksi bekliyordu belki. Belki de aklında tamamen başka, kendi dünyasına ait bir şeyler vardı. Umursamadığımı farkettim ne düşündüğünü. Dudaklarından ayıramıyordum gözümü. Sigara içmeyen biri için karşımdaki kadının sigara içmesi çok nadir etkiler. "Z" gibi içiyordu sigarayı. Dumanının yüzünde dolaşmasına izin vererek. Hırsla kendinden uzaklaştırmak ister gibi değil de yavaşça yüzünü okşamasına izin vererek bırakıyordu dumanı...
Telefon'a gelen bilmem kaçıncı mesaja baktım. "G" vijdanımın sesi olmaya çaışıyor. Buraya gelirken mesaj atmıştım. O ise onlarca şey yazmış. Göz ucuyla okudum. Hızlıca. Amaaannn...
Sevişmek istediğimden bile emin değildim ki... "G" karıştırdı aklımı. Bıraksa da tenimdeki son dokunuşlarının da izini silebilsem bir öncekinin. Offf... artık sevişmek bir yana, O'na arzu uyandıran bir şekilde bile dokunmak istemediğimi farkediyorum. Sanki başka zamanlara ait gibiydik... Sanki bir okyanusta dibe batıyor gibiydik. Şimdi ona buradan bakmak ve boş boş gülümsemek dışında bir isteğim yoktu içimde... oturduğum yerden yavaşça kalktım. Ona doğru adım attım. Ellerine bakıyordum, uzun parmaklarına... tuttum onları. Yavaşça öptüm ellerinden. Şaşkınlıkla tebessüm etti. Gülümsedim... kapıya doğru hareketlendim. Merdivenler... sokak... önüme çıkan ilk bara oturdum... bira...

çıkarken montumu almayı unutmuşum. Neyse zaten eve taksiyle dönerim buradan. Belki bir başka gün kapısını çalmak için bir bahane olur mont...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder